|
|
|
|
|
 |
|
 |

Dîvân Edebiyatı
İSLÂMÎ DEVİR TÜRK EDEBİYÂTI
İslâm dîninin ortaya çıkışı dünyanın geçirdiği en önemli sosyal değişimdir. Bu değişim; Arap Yarımadası, K.Afrika, Asya'da etkili olmuş, insan topluluklarını ortak inanç etrafında toplamayı başarmıştır.
Müslümanlığın Türkler arasında yayılması dokuzuncu yüzyılda başlar. İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar zamanında, İslâm kültüründen etkilenerek eser veren pek çok bilim adamı ve sanatçı yetişti. Selçuklular ve Osmanlılar,İslâmı ve Müslümanları koruyarak Balkanlara kadar bu dîni yaymayı başardılar.
İslâm inancını benimseyen Türkler, sosyal ve kültürel hayatlarında, dünya görüşlerinde İslâmî düşünceyi ön plana çıkardılar. Özellikle, edebî eserlerde görülen değişim, Dîvân edebiyâtı adını verdiğimiz yepyeni bir anlayışın doğmasına neden oldu.
İslâmiyetin benimsenmesinden sonra Türk toplumunda zamanla bir kütür farklılığı ortaya çıkmış, medrese eğitimi alanlarla, okumamışlar arasında ayrılıklar oluşmuş, bu durum, özellikle edebî eserlerde fazlaca hissedilmiştir.
İslâm kültür ve sanatını öğrenmek amacıyla medreselere devam eden, Arapça okuma ve yazma öğrenen, Türk sanatçıları, yavaş yavaş bu kültürün etkisinde eserler vermeye başladılar. Özellikle dilde görülen değişme, Arapça ve Farsça sözcük ve dil kurallarının Türkçeyi etkilemesi, birbirinden öz ve şekil bakımından farklı iki edebiyat anlayışının doğmasına neden olmuştur. Türkçeden başka dil bilmeyenlerin edebiyatı: Halk edebiyâtı, saray ve medrese aydınları arasında gelişen Dîvân edebiyâtı.
İslâm kültürüyle beslenen bazı Türk sanatçıları, Arap ve İranlı edebiyatçıların yolunu izlemiş, bu edebiyâtlara özgü üslup, konu, ölçü (Aruz) ve nazım şekillerini (gazel, kasîde…) alarak yeni bir edebiyat anlayışı geliştirmişlerdir. Divan Edebiyâtı adını alan bu yeni anlayışla mükemmel eserler verilmiş, ünlü sanatçılar yetişmiştir.
DÎVÂN EDEBİYÂTININ GENEL ÖZELLİKLERİ
Türk Edebiyâtının bölümleri içinde en uzun süreli olanı Divan Edebiyâtıdır. Bu edebiyat, 13. yüzyılda Hoca Dehhânî’yle başlar, 19. yüzyılın sonlarında Şeyh Gâlip'le sona erer.
Dîvân Edebiyâtında çok büyük oranda şiir yazılmıştır. Bu yüzden Divan edebiyâtı şiir edebiyatıdır.
Dîvân şiirleri, gazel, kaside, mesnevi, rubâî, tuyuğ gibi nazım şekilleriyle yazılmıştır. Ayrıca, dîvân şiirleri konularına göre de adlandırılmıştır. Ölüm şiirlerine mersiye; yergi şiirlerine de hicviye denilmiştir.
Dîvân Edebiyatı, yüksek kesim insanlarının edebiyâtıdır. Çünkü bu süslü, sanatlı edebiyâtı, ancak medrese öğrenimi görmüş insanlar anlayabilmiştir. Bu insanlar, saray veya çevresinde yaşamıştır.
Dîvân şiiri mazmuncudur. Mazmunculuk, belli kavramların belli şeylere benzetilmesi demektir. Yani, Divan şiirinde bazı kavramların, kalıplaşmış benzetmelerin dışına çıkılmadığı görülür. Sözgelimi, sevgilinin boyu, serviye; beli noktaya; saçları sümbüle; kaşları yaya; kirpikleri oka; dişi, inciye ağzı goncaya, gözü, ceylana benzetilir .. Boyu mutlaka uzun, yüz rengi beyaz, saç rengi siyahtır. Sarışın, kısa veya orta boylu sevgiliden asla bahsedilmez. "Bütün Divan şair/eri sanki aynı güzele âşıktır." diyenlere hak vermek gerekir.
“Dehânı mül saçı sünbül yanağı gül beni fülfül
Lebi gonca beli ince boyu serv-i revân olsa”
TAŞLICALI YAHYÂ
Dîvân şiiri abartılı (mübalağalı) dır. Çünkü, bir şeyi ,olduğundan çok daha fazla gösterir. Fuzûlî, Mecnun'dan daha çok sevme gücüne sahip olduğunu söyler. Nedim'e göre, sevgilisinin yüzündeki ben, bütün İran'dan daha değerlidir. Necatî, sevgiliye saçlarıyla ateş bağlatır.
“Bende Mecnûndan füzûn âşıklık istidâdı var
Âşık-ı sâdık menem Mecnûnun ancak adı var”
FUZÛLÎ
Dîvân şiiri süslüdür. Benzetme (teşbih), abartma (mübâlağa), zıtlık (tezat) , çok anlamlılık
(tevriye) , güzel sebep bulma (hüsn-i ta'lil), istiâre, tenâsüb gibi söz sanatlarını bilmeden, bulmadan ve yerli yerine kaymadan, Dîvân şiirinin anlamına ve inceliğine inilmez.
Dîvân şiirinin dili Osmanlıcadır; ölçü, aruz'dur. Aruz, hecelerin uzun ve kısalığına, açıklığına ve kapalılığına göre sıralanır.
Dîvân Edebiyâtında düzyazı (nesir), yok denecek kadar azdır. Dîvân nesri; süslü nesir, orta nesir, yalın nesir diye üç bölümde değerlendirilir.
Süslü nesir : Tıpkı Dîvân şiiri gibi, sanat ve hüner göstermek için yazılır. Dil çok ağır, cümleler çok uzundur. 17. yüzyıl yazarlarından Veysî ve Nergisî bu nesrin en başarılı örneklerini vermişlerdir.
Orta nesir: Yer yer süslü nesre kaçmakla birlikte, bir konuyu anlatma, öğretme amacı güder. EvIiyâ Çelebi'nin Seyahatname'si, Kâtib Çelebi'nin eserleri böyledir.
Yalın nesir: Her kültürden insanın anlaması için yazılır. En başarılı örneğini, Kâbusnâme adlı çeviri eseriyle Mercimek Ahmet vermiştir.
Divan Edebiyatı, altın çağını 16. yüzyılda yaşamıştır. Bâkî ve FuzûIî, 16. ve ondan sonraki yüzyılların en büyük şairleridir.
Fuzuli, lirikliğiyle; Baki söyleyiş ve şekil özelliğiyle Türk edebiyâtında ölümsüzlüğe ulaşmışlardır.
XIII.– XIV. ASIR DÎVÂN EDEBÎYÂTI
Bu yüzyıllar, Türk Edebiyatının en kısır dönemidir. Bunda Anadolu'ya yapılan Moğol istilasının da payı büyüktür. Selçuklu Devleti yerine kurulan Anadolu Beylikleri dönemi, iç karışıklıklar içinde geçmiştir.
Divan Edebiyatının pek de önemli olmayan ürünleri bu yüzyıllarda verilmeye başlanmıştır. Bu ürünlerde; dil, teknik, üslup zayıftır. Bu yüzyılın en önemli edebî gelişmesi, Tasavvuf düşüncesini şiirleriyle ölümsüzleştiren Yunus Emre, Mevlana gibi ünlü şahsiyetlerin yetişmiş olmasıdır.
XIII. ve xıV. yüzyıllar arasında Halk Edebiyatı geleneği, özellikle kırsal alanda sürmektedir. Ancak, bu sürede Osmanlı Beyliği gelişmiş ve Osmanlı Devleti kurulmuştur.
Osmanlı sarayı yönetimin olduğu kadar, sanat ve bilim etkinliklerinin de merkezidir.
Türkler, İslamlığın etkisiyle Arap ve Iran (Acem) Edebiyatını ve sanatını yakından tanıdı. Arap ve Acem Edebiyatının, Türk sanatına ve zevkine yansıması sonucu, Divan Edebiyatı doğdu.
Bu yüzyıllarda oluşan ve gelişen Divan Edebiyatı, saray ve çevresinde yaklaşık altı yüzyıl sürmüştür.
XIII - XIV. yüzyıllarda Divan Edebiyatı, bütün özellikleriyle uygulanamamıştır. Bunun için XV. ve XVI. yüzyılları beklemek gerekecektir.
XIII - XIV. yüzyıllarda Divan Edebiyatı daha pek yenidir. Şiirde hem hece, hem aruz vezni kullanılmıştır. Tam bir aruz dili oluşmamıştır. Arap şiir nazım ölçüsü olan aruzla yazılan şiirler oldukça kusurludur.
Konu bakımından tasavvuf birinci sırayı almıştır.
Tasavvuf, bir İslam felsefesidir. Buna göre; Allah tek ve ilk güzelliktir. (Hüsn-i Mutlak) Tek ve ilk güzellik olan Allah, güzelliğini karşısına alıp görmek istemiş ve evreni kendi özünden, cevherinden, güzelliklerinden yaratmıştır. insan, ağaç, taş, kuş, deniz, gökyüzü, çayır, çimen, çiçek, her şey Allah’ın güzelliğinin evrendeki parçaları ve görüntüleridir. Düşünme ve konuşma yeteneğine sahip tek yaratık olan insan, yaratıkların en önemlisi, değerlisi ve üstünüdür.
Vücûd-ı Mutlak: Allah, mutlak varlıktır. Evrendeki tüm varlıkların sahibidir ve yaratıcısıdır.
İnsanlar iç ve dış arınmayı sağlayabilirse, esas varlıkta (Allah'da) birleşebilirler. Buna varlıkların birliği (Vahdet-i vücûd) denir.
Vahdet-i vücûd görüşünün en büyük öncüleri : Yunus Emre, Mevlânâ, ve Gülşehrî'dir.
“Sofilere sohbet gerek
Âhîlere cennet gerek
Mecnûnlara Leylâ gerek
Bana seni gerek seni.”
YUNUS EMRE
Kadı Burhâneddin: 14. asırda yaşamış,Kadı olan babasından iyi bir tahsil görmüştür. Çok duygulu bir şâirdir. Tuyuğ nazım şekliyle oldukça başarılı eserler vermiştir. Gazel ve rubâî türlerinde ustadır. O da, şiirlerinde, çağdaşları gibi hem hece hem de aruz veznini kullanmıştır.
“Ezelde Hakk ne yazmış ise bolur
Göz neni ki görecek ise görür
İki âlemde Hakk’a sığınmışuz
Tohtamış ne ola ya Ahsan Temûr”
KADI BURHÂNEDDİN
XV. ASIR DÎVÂN EDEBİYÂTI
XV. yüzyılda, Osmanlı Devleti, imparatorluk haline gelmiştir. Sınırların genişlemesi, Türklerin üç kıtaya yayılması, kültür ve sanat alanında da yeni ufuklar açmıştır.
Türkçe, yerini Osmanlıcaya bırakmıştır. Osmanlıca, medrese öğrenimi yapan kesimin yanı sıra halkın ve pek tabii sanat ehlinin de dili olmuştur. Uzun heceleri çok bol olan bu dil, Arap Edebiyatından alınan aruz veznine çok uygun düşmüştür.
XV. yüzyılda şiir alanında: Ali Şir Nevâî, Necati, Süleyman Çelebi, Ahmet Paşa, Şeyhi gibi ünlü şairler yetişmiştir. Özellikle gazel, kaside ve mesnevi türünde başarılı örnekler verilmiştir.
Nesir alanında eser veren yazarların en önemlileri: Aşık Paşazade ve Sinan Paşa'dır.
“Bir kara tofrag kim yokdur gülü reyhâna ana
Ol karangu gice dik dur kim meh-i tâbânı yok
Ey Nevâî bar ana mundak ukûbetler ki bar
Hecrdin derdi vü likin vasıldın dermânı yok.”
ALİ ŞİR NEVÂÎ
Ali Şir Nevâî: 15. asır Çağatay şâirlerindendir. Şiirleri, duygu ve hayal bakımından zengindir. Otuzu aşkın eseri vardır. Ferhad ü Şirin, Leyla vü Mecnun adlı mesnevileri ve Muhâkemetü’l-Lugateyn ile Türkçe dîvânı meşhurdur.
XVI. ASIR DÎVÂN EDEBİYÂTI
Bu asırda, en büyük gelişme Dîvân edebiyâtında görülür. Dîvân şiiri, altın çağını yaşamaktadır. Bu asırda yaşamış olan Fuzûlî ve Bâkî yalnız Türk edebiyâtında değil Arap ve İran edebiyatlarında da söz sâhibi olmuşlardır. Bu asırda aruzda kusursuzluğa ulaşılmış, Osmanlı kültür dili hâline gelmiştir.
Fuzûlî, ilâhî aşkla beşerî aşkı ustaca birleştirerek ölümsüz eserler vermiştir. Çağa damgasını vurarak kendisinden sonraki şâirleri etkilemiştir. Bâkî’de şiir, sanata dönüşür. Deyim, atasözü ve söz sanatlarını ustaca kullanmıştır. Kanûnî Sultan Süleymân için yazdığı mersiye klâsik şiirimizin en önemlilerindendir. Kendisine “sultânü’ş-şu’arâ” (şâirler sultânı) denmesi bundandır.
Bâkî: Dîvân edebiyâtının en büyük şâirlerindendir. Pek çok dîvân şâiri gibi tasavvufu şiirlerinde fazla yansıtmamıştır. Şiirlerini en ince ayrıntıya kadar işlediğinden, Bâkî’ye şiirin kuyumcusu denilmiştir. Çok sağlam bir dil ve üslûba sâhiptir. Tasvirleri çok canlı ve başarılıdır. Âhenkli şiirleri Osmanlı ülkesi dışında da zevkle okunmuş ve şâirlerin sultânı unvânını almıştır. Şiirleri Bâkî dîvânında toplanmıştır.
“Zühd ü salâha eylemeziz ilticâ hele
Tutdu egerçi âlem-i kevni fesâdımız
Minnet Hudâya devlet-i dünyâ fenâ bulur
Bâkî kalur sâhife-i âlemde adımız.”
BÂKÎ
Fuzûlî: Dîvân edebiyâtının üç büyük şâirinden biridir. Şiirlerini Azerî lehçesiyle yazmış, devrinin her türlü bilgisini almıştır. Birbirinden güzel gazel ve mesnevîler yazmıştır. Bu eserlerinde hep platonik aşkı işlemiş; Leyla vü Mecnun mesnevîsinde beşerî aşkla başlayan, Leyla ve Mecnun’un aşkı giderek ilâhî aşka bürünür ve eserin sonunda Mecnun: “Ben gerçek Leyla’mı (Allah) buldum”,demiştir. Dîvân edebiyâtının en lirik şâiridir. 16 eser vermiştir. En değerli eserleri, Leyla vü Mecnun, Şikâyet-nâme, Beng ü Bâde, Hadikatü’s-süedâ’dır.
“Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem’i yanmaz mı”
***
“Değildim ben sana mâil sen etdin aklımı zâil
Beni ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı”
FUZÛLÎ
XVII. - XVIII. ASIR DÎVÂN EDEBİYÂTI
Osmanlı Devletinin gerilemesine karşılık, Divan Edebiyatı hızlı gelişmesini sürdürmüş, Nef'î gibi ünlü bir şair yetiştirmiştir. Kaside ve hicviyeleriyle ünlü Nef'î, Divan şiirine bambaşka bir hava getirmiştir. Şeyhülislam Yahyâ, Nâilî, Nâbî devrin ünlü şairleri arasındadır.
Nesir alanında da önemli gelişmeler görülür: Nergisî ile Veysî süslü nesir geleneğini sürdürürken; Evliya Çelebi, Peçevî, Nâimâ, Koçi Bey halk tipi yazma geleneğine yönelmişlerdir.
Halk Edebiyatı belki de altın devrini bu yüzyılda yaşamıştır. Karacaoğlan, Gevheri, Aşık Ömer gibi zirve sanatçılar, Divan Edebiyatını da etkilemişler, geniş halk kitlelerine ulaşarak, Divan Edebiyatının gölgesinde kalan Halk Edebiyatına yeniden can vermişlerdir.
XVIII. yüzyılda ise, Divan Edebiyatı son parlak dönemini yaşamıştır. Osmanlı Devleti toprak kaybetmeye devam ederken; edebî faaliyetler artarak sürmüştür. Türk tarihinde zevk, eğlence dönemi olarak bilinen Lale Devri, bu asırdadır. Yüzyılın en ilginç gelişmesi, Halk Edebiyatı ile Divan Edebiyatının yakınlaşmasıdır. Başta ünlü şair Nedim olmak üzere bazı Divan şairleri hece ölçüsüyle şiir yazmayı denemişler, koşma, türkü, semâî gibi nazım şekillerini Divan şiirine kazandırmak istemişlerdir. Şarkı bu düşüncenin ürünüdür.
Matbaanın getirilmesi, yazı yoluyla halka ulaşma çabaları, dilde sadeleşmeye neden olmuş, konu ve anlatımda yeni arayışlar içine girilmiştir.
Bu yüzyılda Nedim ve Şeyh Galip gibi iki usta Divan şairi yetişmiş Halk Edebiyatı; destansı konular, halk hikayeleri ve diğer ürünlerle gelişmesini sürdürmüştür.
XVII. - XVIII. ASIR DÎVÂN EDEBİYÂTI
Osmanlı Devletinin gerilemesine karşılık, Divan Edebiyatı hızlı gelişmesini sürdürmüş, Nef'î gibi ünlü bir şair yetiştirmiştir. Kaside ve hicviyeleriyle ünlü Nef'î, Divan şiirine bambaşka bir hava getirmiştir. Şeyhülislam Yahyâ, Nâilî, Nâbî devrin ünlü şairleri arasındadır.
Nesir alanında da önemli gelişmeler görülür: Nergisî ile Veysî süslü nesir geleneğini sürdürürken; Evliya Çelebi, Peçevî, Nâimâ, Koçi Bey halk tipi yazma geleneğine yönelmişlerdir.
Halk Edebiyatı belki de altın devrini bu yüzyılda yaşamıştır. Karacaoğlan, Gevheri, Aşık Ömer gibi zirve sanatçılar, Divan Edebiyatını da etkilemişler, geniş halk kitlelerine ulaşarak, Divan Edebiyatının gölgesinde kalan Halk Edebiyatına yeniden can vermişlerdir.
XVIII. yüzyılda ise, Divan Edebiyatı son parlak dönemini yaşamıştır. Osmanlı Devleti toprak kaybetmeye devam ederken; edebî faaliyetler artarak sürmüştür. Türk tarihinde zevk, eğlence dönemi olarak bilinen Lale Devri, bu asırdadır. Yüzyılın en ilginç gelişmesi, Halk Edebiyatı ile Divan Edebiyatının yakınlaşmasıdır. Başta ünlü şair Nedim olmak üzere bazı Divan şairleri hece ölçüsüyle şiir yazmayı denemişler, koşma, türkü, semâî gibi nazım şekillerini Divan şiirine kazandırmak istemişlerdir. Şarkı bu düşüncenin ürünüdür.
Matbaanın getirilmesi, yazı yoluyla halka ulaşma çabaları, dilde sadeleşmeye neden olmuş, konu ve anlatımda yeni arayışlar içine girilmiştir.
Bu yüzyılda Nedim ve Şeyh Galip gibi iki usta Divan şairi yetişmiş Halk Edebiyatı; destansı konular, halk hikayeleri ve diğer ürünlerle gelişmesini sürdürmüştür
HALK EDEBİYATI
Yeni Türk Edebiyatı
EDEBİYATIN VARLIGI VE AMACI
İnsanın ve toplumların kendilerini ifade edebilmelerinin en etkin yollarından biri olan edebiyat, toplum yaşantısından doğan bütün olay, duygu ve düşünceleri kapsayan bir sanat dalıdır. Bu nedenle, edebiyatla sosyal yapı arasında önemli bir ilgi ve etkileşim vardır. Bu ilgi ve etkileşim sonucu toplumların geçirdiği aşamalar edebiyata yansımış ve edebiyat dönemleri ile edebi akımlar oluşmuştur.
1- Edebiyatla Sosyal Yapı Arasındaki İlgi ve Etkileşim
Konumuza başlarken önce edebiyatın tanımını yapalım, edebiyatla ilgili kavramları kısaca tanıtalım; sonra edebiyatla sosyal yapı arasındaki ilgi ve etkileşime değinelim.
Edebiyat, insan ve toplum yaşantısından doğan bütün olay, duygu, düşünce ve hayal1erin söz ve yazı ile güzel ve etkili bir biçimde anlatılması sanatıdır.
Edebiyatla ilgili, edebiyat hakkında yazılmış dil ürünlerine edebi eser denir.
Edebiyat ve edebi terimleri, ustalıklı ve incelikli söz anlamına gelen Arapça edeb kökünden gelir.
Edebiyat aynı zamanda, edebiyat sanatının kuralları ve ürünleri ile uğraşan bir bilim dalıdır. Bu bilim dalına Edebiyat Tarihi denir.
Edebiyat tarihi, edebiyat eserlerini ve edebiyatçıları tarihi gelişim içinde inceleyen bilim dalıdır.
Edebiyat tarihlerini ve edebiyat tarihinin konusunu oluşturan edebi eserleri incelediğimiz zaman, edebiyatla sosyal yapı arasında büyük bir ilgi ve etkileşim olduğunu görürüz.
Toplumların yönlendirilmesinde önemli bir katkısı olan edebiyat, düşüncelerimizi geliştirir, duygularımızı zenginleştirir; insanın kendini tanımasını sağlar. Evrensel bir nitelik taşıyan edebiyat, aynı zamanda toplumları birbirine yaklaştırır.
Toplumların eğitiminde ve gelişmesinde önemli bir rolü olan edebiyat, toplum hayatı ile yakından ilgilidir. Toplumdaki tüm gelişmeler ve değişimler de, olduğu gibi edebiyata yansır. Edebi eserler kaynağını sosyal yapıdan alır.
Sonuç olarak; tüm edebiyat ürünleri toplumlaı1 etkileyerek, onların gelişmelerine ve değişimlerine katkıda bulunurken; toplumların yüzyıllar boyunca geçirdiği aşamalar da edebiyat eserlerine yansır.
2- Edebiyatla Düşünce Akımları Arasındaki İlişkiler ve Edebi Akımlar
Edebiyatla sosyal yapı arasındaki ilgi ve etkileşimi, evrensel bir nitelik taşıyan edebiyatın toplumları birbirine yaklaştırdığını bir önceki konuda belirttik.
Edebi eserleri incelediğimiz zaman, ilk çağlarda bile toplumların birbirinden etkilendiğini görüyoruz. İlk edebiyat ürünleri olan destanlar, buna en güzel örnektir.
Toplumları yönlendiren ve geliştiren tüm düşünce akımları doğrudan edebiyata yansımıştır. Sözgelimi Rönesans'ın sonucunda, Eski Yunan ve Latin kaynaklarını esas alan Klasisizm, Fransız Devriminin getirdiği demokrasi, özgürlük, insan severlik gibi kavramların ortaya çıkmasıyla Romantizm, Pozitivizm (Müsbet İlim) in sonucunda ise Realizm Ortaya çıkmıştır.
Avrupa'da Rönesans'tan sonra arka arkaya ortaya çıkan ve bizim edebiyatımızda da Tanzimat'tan sonra etkisini gösteren başlıca edebiyat akımları şunlardır: Klasizm, Romantizm, Realizm, Naturalizm, Sür-realizm, Parnasizm, Sembolizm vb.dir.
3- Tanzimat Fermanı'ndan Günümüze Uzanan Türk Edebiyatı'nın Dönemleri
13. yüzyıldan 19.yüzyılın ortalarına kadar süren Klasik Türk edebiyatı Şeyhi, Ali Şir Nevai, Fuzuli, Baki, Nef'i, Nedim gibi şairlerle birbirinden güzel eserler vermiş, 19.yüzyılın ortalarında varlığını tamamlayarak yerini "Batı Edebiyatı Etkisindeki Türk Edebiyatı"na bırakmıştır.
Batı edebiyatı etkisindeki Türk edebiyatı Tanzimat'ın ilanından sonra başlar"; günümüze kadar" oluşan edebiyat dönemlerini kapsar.
Bu dönemleri şöyle sıralayabiliriz:
Batı Edebiyatı Etkisindeki Türk Edebiyatı Dönemleri
I- Tanzimat Edebiyatı (1860–1896)
a) 1. Dönem b) 2.Dönem
II- Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Fünun) 1896–1901
III- Fecr-i Ati (1901–1911)
IV- Milli Edebiyat Akımı (1911–1918)
V- Milli Mücadele Dönemi (1918–1923)
a) 1940 Yılına kadar Türk Edebiyatı
b) Son Dönem Türk Edebiyatı
c) Günümüz Halk Edebiyatı
XIX. YÜZYIL TÜRK EDEBİYATI
19. yüzyılda Divan edebiyatı ve Halk edebiyatı yüzyıllar süren etkinliklerini yitirmiş, Tanzimat Fermanı'nın ilanından sonra (19.yüzyılın ikinci yarısında) yerlerini Batı edebiyatı etkisinde gelişen Tanzimat edebiyatına bırakmıştır.
1-XIX. Yüzyıl Türk Edebiyatı
a) Genel Özellikleri
1- 19. yüzyılda Divan edebiyatı olarak da adlandırdığımız Klasik Türk edebiyatı etkinliğini yitirmiş, şairler kendilerinden öncekileri taklitten öte gidememiş1erdir. Ancak Enderunlu Vasıf, Yenişehirli Avni, Keçecizade İzzet Molla gibi sanatçılarımız edebiyatımıza bazı yenilikler getirerek Divan edebiyatının bir süre daha devam etmesini sağlamışlardır.
2- Bu yüzyılda Divan şairleri, halkın kullandığı deyimleri, sözcükleri kullanarak halk şiiri özelliklerini. Divan şiirine getirmişlerdir.
3- Buna karşılık 19.yüzyılda, Halk şairleri Divan şiirinin etkisinde daha çok kalmış; bu etkiyle aruz ölçüsünü kullanmış, Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalara daha fazla yer vermişlerdir.
4- 19.yüzyılın ikinci yarısında Divan ve Halk edebiyatları etkisini yitirmiş, yerlerini Batı edebiyatı etkisinde gelişen Tanzimat edebiyatına bırakmıştır.
5- Tanzimat edebiyatı ile birlikte toplumcu bir sanat anlayışı benimsenmiş; hak, adalet, özgürlük gibi kavramlar edebiyatımıza yerleşmiştir.
6- Yine Tanzimat edebiyatı ile Batı edebiyatını etkileyen Klasizm, Romantizm, Realizm gibi edebi akımlar bizim edebiyatımızı da etkilemiş; roman, hikâye, tiyatro, makale gibi yeni türler ilk kez edebiyatımızda yer almıştır.
b) Manzum Eserler
19.yüzyılda, Divan ve Halk edebiyatları eski etkilerini yitirmiş, özellikle Divan şairleri söyleyiş yönünden güçlü şiirler ortaya koyamamışlardır.
Bu yüzyılda Divan şairleri halka yaklaşır ve halk şiirinin özelliklerinden yararlanırken; Halk şairleri de divan şiirinin söyleyiş özelliklerine yaklaşmışlardır.
Divan şairleri "mahallileşme" akımının sonucu halkın kullandığı söyleyiş özelliklerinden yararlanmış, deyimleri bol bol kullanmışlardır.
Bu yüzyılın Divan şairlerinin başlıcaları Yenişehirli Avni, Enderunlu Vasıf ve Keçecizade İzzet Molla'dır.
Yenişehirli A Avni Divan geleneği ile yetiştiği halde, Halk şiirinden de etkilenmiştir.
Şiirlerinde Mevlana tarikatına (Mevlevilik) mensup olduğu için Tasavvufun izleri görülür,
Aynı yüzyılda yaşayan Enderunlu Vasıf ise I8.yüzyıl Divan şairi olan Nedim'in tarzını devam ettirmiş; sade, içten bir anlatım kullanmıştır. Şiirlerinde İstanbul'u anlatmış, Nedim gibi zevk ve eğlenceden, neşeden söz eden şiirler yazmıştır. Bu yüzyılın diğer Divan şairleri gibi halk söyleyişlerini kullanmıştır.
Edebiyatımızda "Mihnet-i Keşan" adlı mesnevisiyle tanınan Keçecizade İzzet Molla, Divan şiirine birçok yeni kavramlar getirmiştir. "Mihnet-Keşan" konu ve tema bakımından yeni bir eserdir. Bu eserinde şair başından geçen bir olayı anlatarak psikolojik yorumlar yapmıştır.
19.yüzyılın en önemli Halk şairleri Dadaloğlu, Seyrani, Bayburtlu Zihni ve Erzurumlu Emrah
19.yüzyılın güçlü Halk şairlerinden Dadaloğlu, Avşar Türkleri arasından yetişmiş ve onların acılarını dile getirmiştir. Şiirlerinde yiğitlik, haksızlığa karşı gelmek, adalet gibi kavramlarla aşk, güzellik ve doğa ile ilgili konuları işlemiştir.
Bu yüzyılın önemli şairi Seyrani, "taşlama"ları ile tanınır. Çevresinde gördüğü aksaklıkları, ahlaksızlıkları, haksızlıkları ince bir mizahla taşlamalarında dile getirmiş, devletin en üst kademelerinde bulunanları bile yanlışlarından dolayı korkmadan eleştirmiştir.
19.yüzyılda Divan tarzında da şiirler yazan, ama asıl halk şiirine ait "koşma"larıyla tanınan ve sevilen şairimiz Bayburtlu Zihni, iyi bir eğitim görmüştür.
Divan şiirinin etkisiyle Arapça ve Farsça sözcükleri kullanmıştır. Lirik, içten bir anlatımı vardır.
Bayburtlu Zihni gibi Halk şiirine Divan şiiri öğelerini getiren bir diğer Halk şairimiz de Erzurumlu Emrah'tır. Kendisinden sonra birçok halk şairini etkileyen Erzurumlu Emrah Arapça ve Farsça sözcüklere yer vermesine rağmen Türkçeyi başarıyla kullanmış, şiirlerini lirik ve içten bir anlatımla söylemiştir.
c) Mensur Eserler
Divan edebiyatında nazım hep ön planda olmuş, ancak 15.yüzyıldan sonra nesir gelişmeye başlamıştır. 19.yüzyılda ise nesir türlerinin daha ön plana geçtiğini görüyoruz.
Bu yüzyılın nesir türündeki önemli eserleri Yirmi sekiz Çelebi Mehmet'in "Sefaretname"si ile "Mütercim Asım Tarihi"dir. Mütercim Asım'ın bu kitabı, yakın tarihimizi anlatan önemli bir eserdir.
XIX. YÜZYIL DÜNYA EDEBİYATI
Avrupa'da Rönesans'la her alanda başlayan gelişmeler edebiyata da yansıdı. 17.yüzyılda, kaynağını Eski Yunan ve Latin eserlerinden alan klasik b ir edebiyat anlayışı oluştu. 1789 Fransız devriminden sonra ise birbirinden farklı yeni edebiyat anlayışları ortaya çıktı. Edebiyatta önemli gelişmeler ve büyük bir canlılık oluştu.
Avrupa'da, özellikle Fransa'da başlayan bu gelişmeler daha sonra bütün dünyaya yayıldı.
1- 19.yüzyıl Dünya Edebiyatının Genel Özellikleri
Rönesans, XV. ve XVI. yüzyıllarda Avrupa'nın "altın çağı" olmuştur. Bu dönemin yazarları, öncelikle Eski Yunan ve Latin edebiyat eserlerini örnek almışlar; ancak bu örneklere Yeniçağ'ın tüm düşünce özelliklerini ve yeniliklerini de katarak, çok güzel ve özgün eserler ortaya koymuşlardır.
Yaşadıkları toplumun ürünü olan edebiyatçılar, ait oldukları toplumlara siyasal, sosyal, kültürel gelişimlerini yansıtırlar. Sanatçılar, bu kavramları yansıtırken hep arayış içinde olmuşlar ve toplumda beliren eğilimlere göre bu arayışlarını sürdürmüşler. Sanatçıların toplum psikolojisine göre bu eğilimlere şekil vermesiyle yeni biçimler, türler, karakterler ortaya çıkmış, böylece edebi akımlar oluşmuştur.
Edebiyatta görüş, duyuş, anlayış farklılıklarından oluşan çığırlara edebi akım denir.
Avrupa'da, özellikle Fransa'da ortaya çıkan bu edebi akımlar, zamanla bütün dünya edebiyatlarını etkilemiş, Tazimattan sonra da bizim edebiyatımızda etkisini göstermiştir
Edebi akımlardan Romantizm, Realizm ve Sembolizm ile bu akımlardan etkilenmiş, Dünya edebiyatının seçkin sanatçılarından birkaçı hakkında bilgi verelim:
2- Romantizm Edebiyat Akımı- Victor Hugo
17.yüzyılda ortaya çıkan Klasisizm akımının sanatçıyı sıkan belirli kuralları vardır.
İşte, sanatçıyı sıkan bu kuralcılığa bir tepki olarak 19.yüzyılda Romantizm akımı doğmuştur.
Akıl ve sağduyuya dayanan Klasisizm'e karşılık, Romantizm'de hayaller, duygular ve coşkular önem kazanmıştır.
Romantizm'de kişiler çevreleri içinde ele alınmış, gerçekler tüm yönüyle verilmiştir.
Romantizm akımının öncüsü ünlü Fransız yazarı Victor Hugo’dur.
Victor Hugo, "Cromwell" adlı tiyatro eserinin önsözünde Romantizm'in ilkelerini belirtmiş, "Hernani" dramının oynanmasından sonra da Romantizm, kesin zaferini kazanmıştır.
Şiir, tiyatro, roman türünde eserler veren Victor Hugo, eserlerinde özgürlük, vatan sevgisi, demokrasi, insanlık gibi toplumsal kavramları savunmuş, doğaya önem vermiş, insan ilişkilerindeki duygusallığı, heyecanları ve coşkuyu işlemiştir.
Victor Hugo'nun anlatımı akıcı ve sürükleyicidir. Zengin ve güçlü bir söyleyişle yazmıştır.
Sefiller ve Notre Dame'nin Kamburu adlı romanları, Victor Hugo'nun Dünya Klasikleri içinde yer alan çok önemli eserlerindendir
3- Realizm Edebiyat Akımı- Tolstoy-Stendhal
Realizm, 19.yüzyılın ikinci yansında Romantizme tepki olarak doğmuş bir edebiyat akımıdır.
19.yüzyılda deneysel bilimlerin gelişmesiyle oluşan Realizm, insanın ve toplumların hayatının bütün oluş çizgilerini nedenleriyle görmek, göstermek, isteyen; yani gerçeği olduğu gibi anlatmayı amaç edinen edebiyat akımıdır.
Realizm, Romantizme karşı kesin Üstünlüğünü, Fransız yazan Gustave Flaubert'in "Madam Bovary" adlı eseri ile kazandı.
Önce Fransa'da ortaya çıkan Realizm, daha sonra bütün Dünya edebiyatlarını etkilemiştir. Honore de Balzac, Guy de Maupassant, Stendhal, Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, Charles Dickens, John Steinbeck realist yazarlardandır.
Dünya edebiyatının en seçkin sanatçılarından birisi Rus yazarı Tolstoy'dur.
Dram türünde de eserleri olmasına rağmen, Tolstoy'un asıl gücü romanlarındadır. Halkı çok iyi tanıyan Tolstoy, romanlarında çok başarılı karakterler yarattı. Toplumdaki dengesizlikleri, eşitsizlikleri, memleketinin hayatını ve özelliklerini realist bir görüşle yazdığı romanlarında, çok canlı bir biçimde anlattı.
Tolstoy görüşlerini keskin bir gözlem gücüyle, yapmacıklıktan uzak, sade ve son derece akıcı bir anlatımla dile getirdi
"Harp ve Sulh" "Diriliş", "Anna Karenina" Dünya edebiyatının seçkin örneklerindendir
Dünya edebiyatının bir diğer önemli yazarı, Realizm edebi akımının öncülerinden olan
Fransız yazar Stendhal'dir.
Gezi, anı, deneme, hikâye ve roman türlerinde eserler veren Stendhal'in en başarılı olduğu alan romandır. İlk ve en önemli eseri olan "Kırmızı ve Siyah" ilk psikolojik romandır ve Dünya edebiyatının en büyük eserlerindendir.
İnsanlar hakkında eşsiz deneyimler kazanan, çevresini çok iyi gözlemleyen Stendhal, bütün birikimlerini roman ve hikâyelerinde başarıyla kullandı.
Stendhal'in yalın, sade, gerçekçi ve etkileyici bir anlatımı vardır.
4- Parnasizm ve Sembolizm Edebiyat Akımları-Paul Verlaine
Realizm edebiyat akımının şiirdeki biçimine Parnasizm denir. Parnasizm şiirdeki gerçekçiliktir.
"Sanat için Sanat" görüşünü benimseyen Parnasyen şairler, duygudan çok tasvire, düşünceye, biçim ve söyleyiş güzelliğine önem vermişlerdir.
Sembolizm ise 19.yüzyılın ikinci yarısında Parnasizm'e tepki olarak doğan bir diğer edebi akımıdır.
Sembolizm doğrudan doğruya anlatılması mümkün olmayan ince, derin duyguların ve coşkunlukların sembollerle ve seçkin sözlerin yarattığı müzikle dile getirilmesini isteyen bir edebiyat akımıdır.
Sembolizm'de doğa değil, onun insan ruhunda bıraktığı izlenimler anlatılır. Anlam kapalıdır. Sözler anlamları ile değil, yaratacakları ahenkle, müzikle önemlidir.
Paul Verlaine, Baudelaire, Arthur Rimbaud bu akımın öncülerindendir.
BATI ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI
TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK EDEBİYATI
Avrupa'da Rönesans'la her alanda başlayan gelişmeler, edebiyatta da kendini göstermiş, 17,yüzyıldan sonra arka arkaya çıkan edebi akımlar, Batı edebiyatı ile birlikte bütün dünya edebiyatlarını etkilemiştir,
Tanzimat'ın ilanıyla, aydınlarımız Avrupa kültürünü yakından tanımış ve 19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı edebiyatını örnek almışlardır.
Batı etkisiyle gelişen edebiyat dönemlerimizin ilki, Tanzimat edebiyatıdır.
1- Genel Özellikler
Osmanlı devleti XIX. yüzyılda içte ve dışta meydana gelen karışıklıklarla iyice zayıflamış, her alanda gelişen Avrupa devletlerinin karşısında güçsüz kalmıştır.
Bu durumda, Osmanlı devlet adamları gelişmelere ayak uydurabilmek için, Batı ülkelerinin bilim ve teknolojisinden yararlanmak istemişlerdir. 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı, bu amaçla hazırlanmıştır.
Tanzimat'ın ilanıyla Batı kültürünü ve sanatını yakından tanıyan aydınlar, düşüncelerini edebiyat aracılığıyla halka aktarmaya çalışmışlardır~ Böylece edebiyatımızda yeni bir dönem başlamıştır.
Batı etkisinde gelişen bu dönemlerin ilki, Tanzimat dönemi Türk edebiyatıdır.
2- Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı (1860–1876)
I.Dönem sanatçıları "toplum için sanat" görüşünü benimsemiş, bunun sonucunda halkın anlayabileceği bir dilin kullanılmasını savunarak, toplumsal konulan işlemişlerdir.
Vatan, millet, özgürlük, hak, uygarlık, adalet, eşitlik gibi kavramlar edebiyatımıza Tanzimat'la girmiş; ayrıca bu dönem sanatçıları, halkın eğitim görevini de üstlenmişlerdir.
I.Dönem Tanzimat sanatçıları şiirin konusunu ve özünü değiştirdikleri halde, biçim olarak eski geleneğe (Divan edebiyatı) bağlı kalmışlardır.
Bu dönemde Batı edebiyatından ilk çeviriler yapılmış, bu çevirilerin sonucunda roman, hikâye, tiyatro, makale, eleştiri gibi türler edebiyatımıza girmiştir.
Gazetecilik, Tanzimat döneminde gelişmiş, ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval, Şinasi ve Agâh Efendi tarafından 1860'da çıkarılmıştır. Bu tarih (1860), Tanzimat edebiyatının da başlangıcı sayılmıştır.
Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi 1.Dönem Tanzimat edebiyatının en önemli temsilcileridir.
a) Manzum Eserler:
I.Dönem Tanzimat sanatçıları şiirin konusunu ve özünü tamamen değiştirmiş; şiire vatan, millet, özgürlük, insan sevgisi, eşitlik, adalet gibi toplumsal kavramları getirmişlerdir. Ancak şiirin biçimini tam olarak değiştirememişlerdir. Nazım birimi, olarak beciti aruz ölçüsünü, kaside, gazel, murabba gibi Divan edebiyatı nazım biçimlerini kullanmışlar; sadece kaside nazım biçimindeki klasik kaside bölümlerini kullanmamışlardır.
NAMIK KEMAL
"Vatan şairi" diye de anılan Namık Kemal'in, toplumsal konulan ve kavramları işlediği coşkulu şiirleri; güçlü ve heyecanlı söyleyişi ile edebiyatımızda önemli bir yeri vardır.
Biz Onun vatan sevgisi, özgürlük gibi toplumsal kavramları işlediği Hürriyet Kaside'sinden aldığımız örnek beyitleri inceleyeceğiz.
Hürriyet Kasidesi
1- Görüp ahkâm-ı asr-ı münharif sıdk u selametten
Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükümetten
2- Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez ianetten
3- Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten
4- Ne mümkün zulm ile bîdâd ile imhâ-yı hürriyet
Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten
5- Ne efsunkâr imişsin, ah ey didâr-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk, gerçi kurtulduk esaretten
Nâmık Kemâl
Beyitlerin Açıklaması:
1- Devrin hükümlerini doğruluktan sapmış görüp hükümetteki görevimizden değerimizi koruyarak ve şerefimizle çekildik.
2- Kendini insan bilenler halka hizmet etmekten usanmaz. İnsan sevgisiyle dolu olanlar zulüm görmüş, zavallı kimselere yardım etmekten çekinmezler.
3- Felek her türlü cefa (eziyet) sebeplerini toplayıp gelsin; (eğer) millet yolundaki kararlı gidişimden dönersem kahpeyim.
4- Zulüm ve zalimlik ile özgürlüğü yok etmek mümkün değildir. Gücün yeterse insanlıktan düşünceyi kaldır.
5- Ey özgürlüğün güzel yüzü, sen ne büyüleyici imişsin
Esirlikten kurtulduk, ama bu kez de senin (özgürlüğün) esirin olduk.
Kelimeler:
âdemiyyet: İnsanlık
ahkâm: Hükümler
ahkâm-ı asr-ı münharif: Doğruluktan sapmış asrın hükümleri
azîmet: Yola çıkış, gidiş, kararlı gidiş
bab-ı hükümet: Hükümet kapısı
bîdad: Adaletsiz
didâr: Güzel yüz
efsunkâr: Büyüleyici
esbab-ı cefa: Cefa sebepleri
esâret: Esirlik, kölelik, tutsaklık
iânet: Yardım
idrâk: Düşünme yeteneği
imhâ-yı hürriyet: Hürriyeti yok etmek
muktedir olmak: Gücü yetmek
mürüvvet-mend: İnsaniyetli, insanı seven.
Açıklamalar:
Bu dörtlüklerde dürüstlük, onurlu olmak, insan sevgisi, adalet, vatan ve millet sevgisi ile özgülük gibi kavramlar işlenmiştir.
Şiir, beyitlerle ve aruz ölçüsü ile yazılmıştır. Nazım biçimi "kaside"dir; ancak klasik kasidelerdeki gibi bu beyitlerde övülen bir devlet büyüğü değil; vatan, millet, özgürlük gibi toplumsal kavramlardır.
Hürriyet Kaside'sinin tamamı 29 beyittir.
Namık Kemal (1840–1888)
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Divan edebiyatı geleneği ile yetişen Namık Kemal, Şinasi ile tanıştıktan sonra Batı sanat ve kültürüne yönelmiş, halkı aydınlatmak ve eğitmek amacıyla toplumsal konuları işlemiştir.
Şinasi ile Tasvir-i Efkâr gazetesini, daha sonra da Hürriyet ve İbret gazetelerini çıkarmış, şiirler yazmış; roman, tiyatro, tarih ve eleştiri türlerinde eserler vermiştir. "Vatan-yahut-Si1istre" adlı piyesinin yankıları büyük olmuş; bunun üzerine Kıbrıs adasındaki Magosa kalesinde, 38 ay (1873) hapsedilmiştir.
Tanzimat döneminin en önemli düşünce ve sanat adamlarından olan Namık Kemal, edebiyatı düşüncelerini halka yaymak için bir araç olarak kullanmıştır.
Namık Kemal'in "İntibâh" romanı, edebiyatımızda ilk edebî roman olma özelliğini taşır.
b) Mensur Eserler
Tanzimat'ın 1. döneminde nazımda olduğu gibi, nesir türlerinde de toplumsal konulara ağırlık verilmiş, Divan edebiyatının (Klasik: edebiyat) aksine nesir ön plana geçmiştir.
Gazeteciliğin gelişmesi ile gazeteye bağlı yazı türleri de ortaya çıkmış (makale, fıkra, eleştiri), Türk düşünce hayatı özel gazeteler aracılığıyla büyük aşamalar geçirmiştir.
İlk tiyatro eseri, Şinasi'nin bu dönemde yazılan "Şair Evlenmesi'" adlı, bir perdelik komedisidir. Tiyatro türüne Şinasi'nin yanı sıra Namık Kemal dramlarıyla, Ahmet Vefik Paşa ise Moliere'den çevirdiği ve adapte ettiği eserleri ile büyük katkıda bulunmuştur.
İlk çeviriler yapılmış, bu çevirilerin sonucunda roman ve hikâye türleri gelişmiştir. Ayrıca tarih, edebiyat tarihi ile ilgili ilk çalışmalar Tanzimat'la başlamıştır. Ahmet Mithat Efendi roman ve hikâyeleri ile bu türleri halka sevdirmeye çalışmıştır.
ŞİNASİ (1826–1871)
Şinasi Tanzimat dönemine sanatçı kişiliğinden çok, düşünceleri ile damgasını vurmuş bir edebiyatçımızdır.
İlk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval’i Agâh Efendi ile çıkaran Şinasi, ilk makaleyi de bu gazetede Mukaddime (önsöz) adıyla yayımlamıştır. 1860'da çıkardığı Tercüman-ı Ahval'den sonra, 1862'de Tasvir-i Efkâr gazetesini çıkarmıştır.
İlk tiyatro eseri olan "Şair Evlenmesi" Şinasi tarafından yazılmış, bir perdelik- komedidir. Türk atasözlerini toplayan, La Fontaine'in fabl’larını Türkçeye çeviren, sözlük çalışması yapan Şinasi'nin şiirleri de vardır. Mustafa Reşit Paşa'ya yazdığı "Kaside"si çok ünlüdür'.
3- Tanzimat Dönemi Türk Edebiyatı II (1876–1896)
Tanzimat'ın I.döneminde "toplum için sanat" görüşünü benimseyen sanatçılar, toplumu aydınlatmak için edebiyatı bir araç olarak görmüşler, halkı eğitmek ve geliştirmek amacıyla eserler vermişlerdir.
1878'de Meclis-i Mebusan, Sultan II. Abdülhamit tarafından kapatılır ve Meşrutiyete son verilir. Hemen ardından Tanzimat Fermanıyla toplumsal yaşamda sağlanan bazı özgürlükler kısıtlanır ve Osmanlı devleti 33 yıl süren bir baskı rejimi ile yönetilmeye başlanır.
a) Manzum Eserler:
Böyle bir ortamda toplumsal sorunları dile getiremeyen II. dönem Tanzimat sanatçıları bireysel konulara yönelmiş ve "sanat için sanat" anlayışını benimsemişlerdir.
Bu anlayışın sonucunda dilde sadeleşme çabalan bırakılır ve dil ağırlaşır. Açık anlatım yerini, kapalı ve sanatlı bir anlatıma; toplumsal konular da bireysel konulara bırakır. Ancak bu dönem sanatçıları bazı tür ve biçimlerde önemli yenilikler yapmışlardır. Bazı nazım biçimleri bırakılarak Batı'dan alınan yeni nazım biçimleri kullanılmıştır.
Tanzimat'ın II. dönem şair ve yazarlarının başlıcaları Abdülhak Hâmid Tarhan, Recaizâde Mahmut Ekrem ve Samipaşazâde Sezai'dir.
ABDÜLHAK HAMİD TARHAN
Tanzimat edebiyatının önemli sanatçılarından birisi olan Abdülhak Hâmid, özellikle edebiyatımıza getirdiği yeni kavramlar ile şiirimizi biçimsel açıdan yenileştirmesiyle dikkati çeker.
Onun "Makber" adlı şiiri, sanatçının bu yönlerini tanıtması açısından önemlidir.
MAKBER
Eyvâh... ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı, gitti elden
Gitti ebede, gelip ezelden.
Ben gittim, o hâksâr kaldı,
Bir gûşede târmar kaldı;
Bâkî o enîs-i dilden, eyvah!...
Beyrut'ta bir mezar kaldı.
A.Hâmid
Kelimeler:
bâkî: kalan, artık, bundan başka.
hâksâr: Toz toprak içinde,
ebed: Sonu olmayan gelecek.
enîs-İ dil: Gönül arkadaşı
ezel: Başlangıcı olmayan geçmiş zaman.
gûşe: Köşe
târmar: Dağınık:
Açıklamalar
Yukarıdaki bent Abdülhak Hâmid'in "Makber" adlı eserinden alınmıştır. Bu eser, şairin kansı Fatma Hanım'ın ölümü Üzerine yazdığı, karısının ölümünden duyduğu acının yanı sıra ölüm, din, felsefe ile ilgili görüşlerini belirttiği manzum bir mersiyedir. Makber sekizer mısralık 295 bentten oluşmuştur.
Örnek metinde şair, karısının ölümünden duyduğu üzüntüyü anlatmaktadır.
ABDÜLHAK HAMİD (l852~193)
Abdülhak Hâmid Tazimatın II. döneminin bütün özelliklerini eserlerine yansıtmış bir sanatçıdır. Kişiliğinin yanı sıra, toplumsal baskıların da etkisiyle aşk, doğa ve ölüm konulanına yönelmiştir.
Abdülhak Hâmid'in eserlerini tiyatro eserleri ve şiirleri olarak iki grupta toplayabiliriz.
Gerek tiyatro eserleri, gerek şiirlerinde Romantizm edebi akımının etkisi görülür.
Hâmid, eserlerinde ölüm, ruh, sonsuzluk gibi soyut kavramları, aşk ve doğayı işlemiş; tiyatro eserlerinin bir kısmında da tarihi konulan, yurtseverlik kavramını anlatmıştır. Eserlerinin dili ağır, anlaşılması zordur.
b) Mensur Eserler
Tanzimat'ın II. döneminde roman, hikâye, tiyatro, çeviri, anı ve eleştiri türlerinde eserler verilmiştir.
Bu dönemde özellikle roman türü gelişmiş, Romantizm edebiyat akımından Realizm'e geçmiştir.
Namık Kemal'in Romantizmin etkisindeki "İntibah" ve "Cezmi" romanlarından sonra Samipaşazâde Sezai’nin "Sergüzeşt" adlı romanı. Romantizm'den Realizme geçişin bir göstergesidir. Recaizâde M. Ekrem'in "Araba Sevdası" adlı romanı ise, edebiyatımızdaki ilk realist romandır.
RECAİZÂDE MAHMUT EKREM (1847–1914)
Recaizâde Ekrem, "sanat için sanat" ilkesini savunarak edebiyatımıza getirdiği yeniliklerle, Abdülhak Hâmid ile birlikte Edebiyat-ı Cedide (Servet-i Funûn) edebiyatının hazırlayıcıları arasında yer almıştır.
Şiir, roman, hikâye, tiyatro, eleştiri, anı türlerinde verdiği eserleriyle Recaizâde Ekrem'in 'edebiyatımızda önemli bir yeri vardır. Ekrem "Her güzel şey şiirdir." ilkesiyle Türk şiirinin tema ve konusunu genişletmiştir.
Recaizâde Ekrem'in "Araba Sevdası" adlı romanının edebiyatımızda "Önemli bir yeri vardır. Yazar, bu romanında yanlış batılılaşmayı işlemiştir. "Araba Sevdası" edebiyatımızda ilk realist (gerçekçi) roman örneğidir.
SERVET-İ FÜNÛN (EDEBİYAT-I CEDİDE)
Tanzimat edebiyatı ile başlayan Batılılaşma, Edebiyat-ı Cedide döneminde tam olarak yerleşir.
Yeni edebiyat anlamına gelen bu topluluğa, Servet-i Fünûn dergisinde bir araya gelip bu dergide görüşlerini yazdıkları için Servet-i Fünûn edebiyatı da denmiştir.
1896–1901 yıllarında etkin olan bu topluluğun, kısa bir dönemi kapsamasına rağmen, edebiyatımıza katkıları büyük oldu. Edebiyat-ı Cedide döneminde Türk edebiyatı tamamıyla çağdaş bir nitelik kazandı.
1- Servet-i Fünûn (Edebiyat-ı Cedide)
a) Genel Özellikler:
Bir önceki ünitemizde, II. Abdülhamit'in 1878'de, Meclis-i Mebusan'ı (Osmanlı Millet Meclisi) kapatarak koyu bir baskı rejimini başlattığını ve bunun sonucunda edebiyatta toplumsal konulardan ve kavramlardan uzaklaşıldığını belil1miştik.
II. Dönem Tanzimat edebiyatı sanatçıları, bu baskılar sonucu "sanat için sanat" görüşünü benimsemişler, yeni bir edebiyat anlayışı geliştirerek Edebiyat-ı Cedide’nin hazırlayıcıları olmuşlardır.
Böyle bir ortamda yetişen Edebiyat-ı cedideciler, 1896 yılında Servet-i Fünûn dergisinde bir topluluk oluştururlar. Derginin yönetimini ise Tevfik Fikret üstlenir.
Edebiyat-ı Cedide'nin başlıca sanatçıları şiir alanında: Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Süleyman Nazif, Celal Sahir.
Nesir, yani düz yazı alanında Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Hikmet Müftüoğlu'dur.
b) Manzum Eserler
"Sanat için sanat" görüşünü benimseyen Edebiyat-ı Cedideciler bu nedenle toplumsal konular yerine, kişisel konulan işlediler.
Edebiyat-ı Cedide şairleri, Divan edebiyatı biçimlerini bıraktılar. Fransız edebiyatından "Sone" ve "Terza-Rima" gibi nazım biçimlerini aldılar, Divan edebiyatının müstezat nazım biçimini "serbest müstezat" adı ile yeni bir biçime dönüştürdüler.
Anlamın beyitte toplanması yerine, anlamı tüm şiire yaydılar; bir başka deyişle parça güzelliği yerine bütün güzelliğini öne çıkardılar.
Ağır bir dille, sanatlı bir söyleyişle yazdılar; şiirde ahenge önem verdiler; ahengi arttırmak için sözcüklerin oluşturduğu ritimden yararlandılar, anız kalıplarını ustalıkla kullandılar.
Şiirde Parnasizm ve Sembolizmden etkilendiler.
TEVFİK FİKRET
Edebiyat-ı cedide topluluğu içinde adı ilk akla gelen, öncü ve önder olan sanatçı Tevfik Fikret'tir.
Servet-i Füsun’da yer aldığı sürece kişisel konulan işleyen Tevfik Fikret, Servet-i Fürundan ayrıldıktan sonra toplumsal konulara yönelmiştir.
Tevfik Fikret'in Parnasizm'in etkisiyle kişisel izlenimlerini anlattığı "Yağmur" adlı şiiri ile insanlara yaşama heyecanını duyurmak amacıyla yazdığı "İzler" adlı şiiri nazım biçimi bakımından klasik nazım biçimlerinden farklı olduğu görülür. Her iki şiir de kişisel konuları işlemektedir. Tevfik Fikret "Doksan beşe Doğru" ve "Millet Şarkısı" gibi şiirlerinde ise toplumsal konulan işlemiştir.
Tevfik Fikret (1867–1915)
Edebiyatımızın en önemli şairlerinden biri olan Tevfik Fikret, Edebiyat-ı Cedide'nin öncülerindendir.
Tevfik Fikret hem içerik, hem biçim yönünden şiirde önemli yenilikler yapmış, Türk edebiyatının çağdaşlaşmasında önemli bir katkı sağlamıştır.
Tevfik Fikret Servet-i Fünûn dergisinde kişisel konuda şiirler yazmış; doğanın kendi ruhunda bıraktığı izlenimleri, kişisel duygularını dile getirmiştir. Servet-i Fünûn topluluğu dağıldıktan sonra ise sosyal konulara yönelmiş, toplumsal sorunları eleştirmiş, oğlu HaIuk'un şahsında Türk çocuklarına ve Türk gençlerine öğütler vermiştir. Eğitimci yönüyle de edebiyatımızda önem kazanan Fikret, çocuklar için, bu amaçla yazdığı şiirlerini "Şermin" adlı kitabında toplamıştır.
c) Mensur Eserler
Edebiyat-ı cedide döneminde, Tanzimat ile başlayan yeni nesir giderek gelişmiş, özellikle roman ve hikâye türlerinde çok güzel örnekler verilmiştir. Dönemin siyasi baskısı nedeniyle tiyatro türü pek gelişmemiştir.
Bu dönemde, roman ve hikâye türleri gerek teknik gerek konuları ele alış, gerekse karakter yaratmadaki ustalıklar açısından gerçek başarıya ulaşmıştır.
Edebiyat-ı Cedide yazarları gözleme çok önem verdiklerinden içinde yaşadıkları hayatı anlatmakta çok başarılı olmuşlar, Batı uygarlığından çok etkilendikleri için, gerçekleşmesini istedikleri batılı hayatın bazı örneklerini de eserlerinde vermeye çalışmışlardır.
Roman ve hikâye türlerinde Realizm ve Natüralizmi benimsemişlerdir.
Mehmet Rauf’un "Eylül" adlı romanı, edebiyatımızda ilk psikolojik roman olma niteliğini kazanmıştır.
Halit Ziya Uşaklıgil (1866–1945)
Halit Ziya, edebiyatımızda nesil' türlerinin gelişmesinde önemli katkısı olan sanatçılarımızdandır.
Fransız edebiyatından şiir, hikâye vb. türlerde birçok çeviriler yapan; roman, hikâye, anı türlerinde eserleri olan Halit Ziya'nın en başarılı yanı, Türk edebiyatına kazandırdığı hikâye ve romanlarıdır.
Halit Ziya'nın hikâye ve romanlarında teknik bakımdan tam bir kusursuzluk dikkati çeker.
Realist bir yöntemle, gözleme dayalı olarak yazdığı eserlerinde insan-çevre ilişkisi çok başarılıdır. Yazar, kişilerin iç dünyası ile yaşadıkları çevre arasında çok sıkı bir bağlantı kurar.
Bütün Edebiyat-ı Cedideciler gibi Halit Ziya'nın da dili ağır, anlatımı süslü ve sanatlıdır.
Halit Ziya'nın yabancı sözcüklerle dolu, uzun tamlamaların, sanatlı söyleşilerin yer aldığı bir anlatımı vardır.
I.Dönemin Bağımsız İsimleri
Edebiyat-ı Cedide hareketinin ortaya çıktığı yıllarda yetişmiş, ancak bu topluluğun görüşlerine katılmamış bazı sanatçılar vardır. Bu sanatçılar bağımsız olarak kalmışlar, kendi1erine özgü bir anlayışla eserler vermişlerdir.
Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Ahmet Rasim, Edebiyat-t Cedide döneminin dışında kalmış sanatçılardan en önemlileridir.
Hüseyin Rahmi Gürpınar (l864~1944)
Çağdaşları Edebiyat-ı Cedide sanatçıları gibi realist eserler yazan Hüseyin Rahmi; Ahmet Mithat Efendi'nin açtığı popüler, halka dönük roman anlayışını devam ettirdi. Konularını halkın her gün iç içe olduğu, her tür olaydan aldı.
Hüseyin Rahmi, eserlerinde toplumun aksak, gülünç yönlerini yansıttı Bâtıl inançları, gelenekleri, görenekleri anlattı. Eserlerinde ince bir mizah dikkati çeker. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın çok okunmasının ve sevilmesinin nedeni halkı anlatan, onlara seslenen konularından; sade, açık, yalın, mizahı anlatımından kaynaklanır.
Verimli bir yazar olan Hüseyin Rahmi'nin, çok sayıdaki romanlarından bazıları şunlardır:
Gulyabani, Şık. Mürebbiye, Nimetşinas, Şıpsevdi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç
FECR-İ ATİ TOPLULUGU
Servet-i Fünûn edebiyatının devamı niteliğinde olan Fecr-i Ati topluluğu, 1909 yılında ortaya çıktı. Geleceğin güneşi anlamına gelen Fecr-i Ati topluluğu görüşlerini bir bildiri ile 24 Şubat 1910'da edebiyat dünyasına duyurdu. Ancak bu topluluk, içinde bulundukları olumsuz koşullar nedeniyle fazla bir varlık gösteremeden dağıldı.
Fecr-i Ati Topluluğu (1909–1912)
a) Genel Özellikler:
Edebiyat-ı Cedideciler gibi "Sanat için sanat" görüşünü benimseyen Fecr-i Ati topluluğu, edebiyat ve sanatla ilgili görüşlerini ve düşüncelerini 24 Şubat-1910'da Servet-i Fünûn dergisinde bir bildiri ile açıkladılar. Bu açıklama edebiyatımızdaki ilk bildiridir.
Sanat ve edebiyat sevgisiyle kurulan Fecr-i Ati topluluğu, edebiyatı araç değil, amaç olarak gördü, şiirde güzellik kavramını ön plana çıkardı, ağır bir dille, doğal olmayan süslü bir anlatımla eserler verdi.
Edebiyatımıza yeni bir şeyler getiremeyen ve güçlü eserler veremeyen Fecr-i Ati topluluğu büyük bir varlık gösteremeden 1912 yılında dağıldı.
Fecr-i Ati topluluğunun en güçlü ismi, edebiyatımızın önde gelen şairlerinden Ahmet Haşim'dir.
b) Ahmet Haşim
Çeşitli türlerde eser veren Ahmet Haşim'in asıl sanatçı kişiliği şiirlerinde kendini gösterir. Ahmet Haşim "Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar" adlı yazısında şiir ile ilgili görüşlerini anlatır. Bu yazıyı okuduktan sonra Onun şiirlerini anlamanız daha kolay olur.
Aşağıda örnek vereceğimiz "Merdiven" şiiri, Ahmet Haşim'in çok okunan ve sevilen şiirlerindendir.
MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...
Sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller,
Durur alev gibi dallarda kanlı bü1büller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lîsân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
Ahmet Haşim
Kelimeler:
arz: Yeryüzü
lîsân-ı hafî: Gizli dil
muttasıl: Durmadan, devamlı
Açıklamalar:
"Merdiven" şiirinde Ahmet Haşim, duygulanın çeşitli sembollerle dile getirmiştir. Şiirde yer alan" güneş renkli yapraklar", "sararan sular", "yüzün perde perde solması", "kanayan güller", "kanlı bülbüller", "yanan sular" birer semboldür.
Birinci bölümde, hayat merdivenlerini ağır ağır çıkan kişilerin geride bir yığın anı bıraktıklarını ve hayatın sonuna yaklaşmanın verdiği karamsarlıkla gökyüzüne umutsuzlukla baktıklarını anlatılmaktadır.
Daha sonraki bölümlerde ise hayatın akşamını yaşayan, yani ömürlerinin sonuna gelen insanların karamsarlığı verilerek, tabiatın da onlarla derin bir hüzne büründüğü dile getirilmektedir.
Görüldüğü gibi şiirde "Sembolizm" de olduğu gibi ince, derin duygular; belirsiz ve kapalı bir anlam, mecazlar ve yeni söyleyiş biçimleri dikkati çekmektedir. Ayrıca ahenk sözcüklerin ve cümlelerin söylenişleriyle yaratılmıştır. Anlatım liriktir.
Ahmet Haşim (1884–1933)
Edebiyatımızda daha çok şiirleri ile tanınan Ahmet Haşim; gezi, söyleşi, fıkra türlerinde de eserler vererek usta bir nesir yazarı olduğunu da kanıtlamıştır.
Ahmet Haşim, Sembolist Fransız şairlerinin etkisinde kalarak duygusal, gizli, kapalı bir anlatımla şiirler yazmıştır. Şiirlerinde düşünceden çok duyguya önem vermiş; güzelliliği anlamın açıklığında değil, kapalılığında aramıştır. Şairin bir diğer özelliği benzetmelerin, sembollerin ahengine kapılarak kendine özgü bir dil yaratmasıdır.
MİLLİ EDEBİYAT AKIMI
XX. yüzyıl başlarında Osmanlı devletinin güçsüzleşmesi, imparatorluk içindeki çeşitli toplumların milliyetçi çabaları ve Balkan yenilgisi üzerine "Türkçülük" ülküsü önem kazandı. Toplumdaki bu gelişmeler edebiyatı yakından etkiledi ve "Genç Kalemler" dergisi çevresinde toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp "Milli Edebiyat Akımı"nı oluşturdular.
1- Milli Edebiyat Akımı (1911–1918)
a) Genel Özellikleri
XX. yüzyılın başları, aydınlarımızın arayış içinde oldukları, çeşitli ideolojilerin oluştuğu bir dönemdir. Bir tarafta "Osmanlıcılık" ,"İslamcılık" diğer tarafta "Türkçülük" görüşleri oluşur. 24 Temmuz 1908'de n. Meşrutiyet'in ilanıyla özgürlükler yeniden elde edilir, böylece düşünce hayatımızda hızlı bir gelişme başlar.
Bu arada Osmanlı-Rus Savaşı ile Balkan Savaşı yenilgileri "Milliyetçilik" düşüncesinin Türk aydınları arasında hızla yayılmasına neden olur. Yıkılmakta olan imparatorluğu ayakta tutmak için "Türkçülük" ülküsü önem kazanır. İstanbul'da birbirini izleyen milliyetçi dernekler kurulur.
"Türk Derneği", "Türk Yurdu", "Türk Ocağı" dergileri, Türkçülük akımının kültür ve edebiyat alanındaki birer yayın organı olur.
Böyle bir ortamda oluşan "Milli Edebiyat Akımı"nın asıl yayın organı ise 1911 'de Selanik'te çıkarılan "Genç Kalemler" dergisi oldu. Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp "Genç Kalemler" dergisinde yayımladıklaı1 makale ve manzumelerle Milli Edebiyatın ilkeleri ile ilgili görüşlerini açıkladılar.
Milli Edebiyat Akımı'nın ilkeleri şunlardır:
1- Dil sade olmalıdır.
2- Milli kaynaklara yönelmeli, yurt sorunları dile getirilmelidir.
3- Şiirde yalnız hece ölçüsü kullanılmalıdır.
Milli Edebiyat Akımı'nın başlıca temsilcileri Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul ve Ali Canip Yöntemdir.
b) Manzum Eserler
Milli Edebiyat Akımının etkili olduğu 1911–1918 yılları arasında, Edebiyat-ı Cedide ve onların devamı olan Fecr-i Âti topluluğunun şairleri, "sanat için sanat" anlayışını devam ettirerek ağır bir dili ve sanatlı bir anlatımla aruz veznini kullanarak şiirler yazıyorlardı. Ayrıca Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı kendilerine özgü bir edebiyat anlayışıyla dönemin etkili sanatçıları arasında yer alıyorlardı.
İşte böyle bir oltamda Milli Edebiyatçılar sade bir dille ve hece vezni ile milliyetçili şiirler yazdılar. Konuşma dilinin şiire yerleşmesi gerekliliğini vurguladılar. Bu sanatçılardan biri olan Mehmet Emin Yurdakul, yazdığı şiirlerle Milli Edebiyat Akımı’nın oluşmasında öncülük yaptı.
Mehmet Emin Yurdakul (1869–1944)
Edebiyat-ı Cedide topluluğunun egemen olduğu yıllarda ilk şiirlerini yayımlayan Mehmet Emin Yurdakul, yeni Türk edebiyatında sade bir dille, hece ölçüsü ile yazan ilk şair olma özelliğini taşır.
"Bırak Beni Haykırayım" şiirinde yer alan:
"Bırak beni haykırayım, susarsam sen matem et;
Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir."
dizelerinde dile getirdiği gibi Mehmet Emin Yurdakul, sanatı, sosyal sorunların çözümlenmesi için bir araç olarak görmüştür. Şair, "Bırak Beni Haykırayım" şiirinde, Türk milletinin içinde bulunduğu zor duruma işaret ederek şairlerin (ve yazarların) milletlerin hayatında ne kadar önemli rolü olduğunu belirtiyor.
Mehmet Emin Yurdakul, bu şiirinde olduğu gibi, bütün şiirlerinde sade dille, hece ölçüsüyle yazmış; milli duygulan ve sosyal konulan işlemiştir.
Mehmet Emin Yurdakul'un ilk şiirlerini topladığı "Türkçe Şiirler" adlı kitabı, edebiyatımızda büyük yankılar uyandırdı ve milliyetçi görüşlerin yoğunlaşmasını sağladı.
Kendisinden sonra pek çok sanatçıya öncülük yapan Mehmet Emin Yurdakul'un şiirlerini topladığı kitaplardan bazıları Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Ordunun Destanı'dır.
c) Mensur Eserler
Milli Edebiyat döneminde yazılan hikâye ve romanlarda da sosyal konular işlenmiş, konuşma dili kullanılmış, anlatımda gereksiz süs ve sanattan uzaklaşılmıştır. Hikâye ve roman tekniğinde hızlı bir yenileşme başlamış, olayların geçtiği yerler İstanbul'dan Anadolu'ya taşmıştır.
Bu dönemde Türk mizahı en hareketli ve en gelişmiş devrini yaşamış, edebiyat ve eleştiri alanlarında önemli çalışmalar yapılmıştır. Özellikle Fuat Köprülü'nün yaptığı edebiyat tarihi çalışmaları edebiyatımız açısından çok önemlidir.
Ziya Gökalp (1875–1924)
1911'de "Genç Kalemler" de ilk şiirlerini ve yazılarını yayımlayan Ziya Gökalp, gerek şiirleri, gerek makale ve inceleme türlerinde yazdığı yazılarında, "Türkçülük" adını verdiği millî hareketin yayılıp gelişmesine öncülük etti, Ayrıca Türk milliyetçiliğinin programını belirleyerek, hem yaşadığı dönemde, hem ölümünden sonra aydınlar ve sanatçılar arasında etkili oldu.
Şiirden, bilimden, tarihten, destanlardan yararlanarak millî bilinci oluşturmaya çalışan Ziya Gökalp, aynı zamanda ilk Türk sosyologu, önemli bir düşünürdür. Ziya Gökalp, düşünce alanındaki çalışmalarını "Türkçülüğün Esasları", "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" ve "Türk Medeniyeti Tarihi" adlı kitaplarında toplamıştır.
"Türkçülüğün Esasları" adlı eserinde "Türkçülük" ü, Türk milletini yükseltmek diye tanımlayan Ziya Gökalp, yine bu eserinde "Türkçülük" ün dilde, güzel sanatlarda, ahlakta, hukukta, dinde, ekonomide, siyasette, felsefede gerçekleştirilme yollarını göstermiştir.
Ziya Gökalp "Türkçülüğün Esasları" nda belirttiği gibi milleti ırk esasına göre değil, kültür esasına göre tanımlar.
Makale ve incelemelerinin yanı sıra şiirler de yazan Ziya Gökalp bütün eserlerinde vatan, millet, ahlak, din, dil, uygarlık konularını işlemiş; Millî Edebiyat'ın ilkelerine uygun sade, açık, yalın bir dille yazmıştır.
Ziya Gökalp, şiirlerini Kızıl Elma, Yeni Hayat ve Altın Işık adlı kitaplarda toplamıştır.
Ömer Seyfettin (1884–1920)
"Milli Edebiyatın oluşmasının milli bir dille gerçekleşeceği" düşüncesini savunarak, dil ve edebiyatta ulusal bilincin yerleşmesini sağlayan, bu yolda en çok katkısı olan edebiyatçımız Ömer Seyfettin'dir.
"Yeni Lisan" görüşünü ortaya atarak dil sorununa yönelen, Milli Edebiyatın sözcülüğünü bütün çabasıyla sürdüren Ömer Seyfettin, kısacık ömrüne Türk edebiyatını, Türk dilini geliştiren, yücelten nice çalışmayı sığdırmış, edebiyatımızı geniş halk kitlelerine ulaştırmıştır.
Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem ve Ziya Gökalp ile birlikte "Genç Kalemler" dergisinde Osmanlıcaya karşı Türkçeyi savunur, dilde sadeleşmenin öncülüğünü yapar.
Edebiyata şiirle başlayan Ömer Seyfettin, Genç kalemler ve Yeni Mecmua gibi dergilerde çıkan makalelerinin yanı sıra, yine çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanan hikâyeleriyle de haklı bir ün kazanmıştır. O, 20.yy. realist Türk hikâyeciliğinin en önde gelen isimlerindendir.
Hikâyelerinde destanlardan, halk hikâyelerinden, efsanelerden yararlanmış, Türk tarihinin olumlu kahramanlarının etkili hayatlarını işlemiştir. Ayrıca yanlış batılılaşmayı, batıl inançları, bilgisizlikten kaynaklanan yanlış davranışları, pek çok hikâyesinde eleştirmiştir.
Falaka, Kaşağı, Diyet, İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Forsa, Pembe İncili Kaftan, Bomba, Beyaz Lale Ömer Seyfettin'in çok sevilen hikâyelerinden bazılarıdır.
2. Dönem Bağımsız İsimleri
Millî Edebiyat döneminde kendine özgü şiir anlayışlarıyla edebiyatımızda önemli bir yeri olan ve bu dönemin bağımsız isimleri arasında yer alan iki önemli sanatçımız Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı'dır.
a) Mehmet Âkif Ersoy
Millî Edebiyat ve Millî Mücadele dönemlerinde yaşadığı halde, bu edebiyat akımlarının içinde yer almayan, ancak Millî Mücadele'ye bazı şiirleriyle destek veren Mehmet Âkif Ersoy, dönemin bağımsız sanatçılarındandır.
Mehmet Âkif Ersoy "İstiklâl Marşı" şiirinde "Kurtuluş Savaşı'nın bütün ~illette uyandırdığı coşkuyu dile getirmiş, bu şiirini bütün şiirlerini aldığı "Sefahat" aldığı kitabına almayarak, gerekçesini "İstiklal Marşı benim değil, milletimindir diyerek açıklamıştır.
Mehmet Âkif Ersoy, millî konuları işleyen şiirlerinin yanı sıra; günlük olayları, sosyal konuları anlattığı manzum hikâyeleri ile de tanınır. Şair, manzum hikâyelerini realist, yani gerçekçi bir görüşle yazmış, gözlemlerinden yararlanarak çok başarılı tasvirler yapmıştır. Onun Küfe, Seyfi Baba gibi şiirleri, bu türün en güzel örneklerindendir.
Mehmet Âkif şiirlerinde Türkçeyi başarıyla kullanmış, özellikle manzum hikâyelerinde halk söyleyişlerine ve deyimlere bol bol yer vererek konuşma dilinin özelliklerini şiirimize yerleştirmiştir. Serbest müstezada hikâyeyi birleştirerek gerçekçi ve canlı bir anlatım kullanmıştır. Mehmet Âkif aruz veznini, Türkçeye en iyi uygulayan şairlerimizdendir.
Mehmet Âkif Ersoy'un en önemli eseri, yedi bölümden meydana gelen, bütün şiirlerini kapsayan "Safahat" adlı kitabıdır.Kitap şu bölümlerden oluşur:
Safahat, Süleymaniye Kürsüsünde, Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım, Gölgeler.
Mehmet Âkif'in en güzel şiirlerinden birisi olan "Çanakkale Şehitleri" Safahat'ın altıncı kitabı olan "Âsım" da yer almaktadır.
b) Yahya Kemal Beyatlı
Mehmet Âkif Ersoy gibi Millî Edebiyat hareketinin içinde yer almadığı halde, bu hareketi makaleleri ile desteklemiş, bir diğer sanatçımız da Yahya Kemal Beyatlı'dır. Asıl sanatçı kişiliğini şiirleriyle ortaya koyan Yahya Kemal'in, Millî Mücadeleye katkısı makalelerinde görülür.
Şiirlerinde öz ve içerik açısından Millî Edebiyat'ın görüşlerini yer yer benimseyen şair; ölçü, uyak gibi biçimsel öğelerde Divan edebiyatının devamı görünümündedir. Yahya Kemal de Mehmet Akif Ersoy gibi aruzu Türkçeye başarıyla uygulayan şairlerimizdendir. Yine Türk dilini en güzel kullanan şairlerimizden birisi olan Yahya Kemal, şiirlerinde Türkçenin ahengini yaratmaya çalışır.
Cumhuriyet Türkiye’sinde; Asya geçmişinden, Anadolu toprağından, İslam uygarlığından etkilenerek oluşan yeni milletin değerlerini araştırarak, ona sahip çıkar. Şiirlerinde İstanbul sevgisi, Türk milletini asırlardır yaşatan kültür değerlerine, uygarlık ürünlerine duyduğu hayranlık, Osmanlı tarihinin parlak dönemlerine duyduğu özlem, sonsuzluk, aşk ve ölüm konularını işlemiştir.
Şiirlerini; "Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş" adlı kitaplarında toplamıştır.
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ EDEBİYATI
30 Ekim-19l8'de Mondros mütarekesi ile başlayan ve 9 Eylül 1922'de Yunanlıların İzmir'de denize dökülmesiyle biten bu döneme, Mili Mücadele dönemi; bu dönemde oluşan edebiyatımıza da Milli Mücadele dönemi edebiyatı diyoruz.
1- Milli Mücadele Dönemi Edebiyatı
a) Genel Özellikler
Atatürk'ün bir kurtarıcı olarak Türk milletine önderlik ettiği Milli Mücadele dönemi, aynı zamanda yeni Türkiye Cumhuriyetinin de temellerinin atıldığı dönemdir.
Bu dönemde esareti kabul etmeyen Türk milleti, yeniden derlenip toparlanarak millî bir Kurtuluş Savaşı'nı başlatır.
Milli Mücadele dönemi edebiyatını kesin sınırlarla diğer dönemlerden ayırmak çok zordur; çünkü toplumsal olayların başlangıçları ile bitişleri kesinlikle sınırlandırılamaz. Bu nedenle Milli' Mücadele dönemi edebiyatı, Milli edebiyatın ilkeleri doğrultusunda gelişti, bu dönemin sanatçıları, Cumhuriyet döneminde de o günün koşulları içinde eser vermeye devam ettiler.
b) Manzum Eserler
Edebiyatımızda Cumhuriyet'in ilk yıllarında yazılan şiirler, genellikle Kurtuluş Savaşı'nın coşkusu ve heyecanı ile ortaya çıkmıştır. Bu şiirler, coşkulu ve heyecan unsuru yoğun olan şiirlerdir.
Milli Mücadele dönemini anlatan şiirler yazan şairlere Faruk Nafiz, Kemâleddin Kamu, Mehmet Âkif Ersoy, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi, Ceyhun Atıf Kansu ve Halide Nusret Zorlutuna'yı örnek verebiliriz.
c) Mensur Eserler
Millî Mücadele dönemi, edebiyatımızda birçok yazar tarafından işlenmiştir. Roman, hikâye, tiyatro, deneme, fıkra, anı ve hitabet (söylev) gibi bütün mensur türlerde Milli Mücadele dönemini anlatan eserler yazılmıştır.
Bu eserlere;
Halide Edip Adıvar'ın "Ateşten Gömlek" ve "Vurun Kahpeye", Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun "Sadom ve Gomore" ve "Yaban", Refik Halit Karay'ın "Çete", Kemal Tahir'in "Yorgun Savaşçı", Tarık Buğra'nın "Küçük Ağa" adlı romanlarını; yine Halide Edip'in "Dağa Çıkan Kurt", Yakup Kadri'nin "Ergenekon” adlı hikâye kitaplarını; Falih Rıfkı Atay'ın "Zeytindağ" adlı anı kitabını örnek olarak verebiliriz.
Kemal Beyatlı'nın "Kurdun Dişisi ve Yavruları" makalesi ile Ruşen Eşref Ünaydın'ın Atatürk'le ilgili bir anısını anlattığı "Gazasını Tebrik" adlı metnini okuyup inceleyiniz. Yazarlarımızın Millî Mücadele’ye verdiği desteği değerlendiriniz.
Halide Edip Adıvar (1884–1964)
Türk edebiyatında Millî Mücadeleye en çok destek veren sanatçılarımızdan birisi, Halide Edip Adıvar'dır.
Halide Edip, İstanbul'un işgali karşısında çeşitli alanlarda yapılan mitinglerde milleti coşturan konuşmalar yapmış, Ankara'da Ata~ürk ile birlikte çalışmış, cephede bulunmuş, onbaşı rütbesini alarak ilk kadın onbaşı unvanını kazanmıştır. Millî Mücadele yılları sırasındaki gözlemlerini "Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Kalp Ağrısı, Zeyno'nun Oğlu" adlı romanlarında dile getirmiştir.Edebiyata "Tanin" gazetesinde yayımlanan hikâyeleri ile başlayan Halide Edip Adıvar, ilk hikâye ve romanlarında kadın psikolojisi üzerinde durmuş, daha sonra Millî Mücadele ile ilgili romanlar yazmıştır. Cumhuriyet’ten sonra olgunluk eserlerini vermiş, toplum sorunlarına eğilmiştir.Çok verimli bir yazar olan Halide Edip Adıvar, romanlarının dışında hikâye, anı, tiyatro türlerinde eserler vermiştir. Ayrıca gazete ve dergilerde yayımlanan makaleleri ile çevirileri, inceleme ve araştırmaları vardır.
Türk Halk edebiyatı, XIII. yüzyıldan başlayarak, Anadolu'da başlıca iki kolda eserler vermiştir. Bunlardan biri, tasavvuf inanış ve düşünüşleriyle meydana gelen Halk Tasavvuf Edebiyatıdır ki buna Tekke edebiyatı demek de doğrudur.
İkincisi, en önemli eser ve şairlerini bu bölümde göreceğiniz din dışı halk edebiyatıdır. Bu manada halk edebiyatı, İslam inanışlarına bağlı kalmak onun hey canlarını da yaşatmakla birlikte genel olarak, aşk şiirleri, tabiat şiirleri, destanlar, aşk ve kahramanlık hikâyeleri söyleyen ve daha başka sosyal konularda eser veren bir edebiyattır. Aynı edebiyat, aynı konular ve vakalarla bir halk tiyatrosu da meydana getirmiştir.
Tasavvuf edebiyatı, XIII. yüzyılda Anadolu'da Mevlana Celâleddin Rumî gibi, yüksek zümrenin büyük sofileri elinde ve Fars diliyle eserler vermekte idi. Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled de yine Farsça ile yazdığı eserlerine bazı Türkçe kısımlar eklemişti.
Fakat XIII. yüzyıl Anadolu'sunda Tasavvuf felsefesini, o zamana kadar görülmemiş derecede güzel bir Türk diliyle, Türk vezin, şekil ve kafiyeleriyle söyleyerek, yeni yurtta halk diliyle büyük bir tasavvuf edebiyatı kuran Ünlü şair Yunus. Emre'dir.
YUNUS EMRE (1238?-1320?):
Yunus Emre, yedi yüzyıldan beri, Türk halkı arasında, bir dinî destan kahramanı şöhretiyle yaşayan ve sevilen şairdir. Anadolu halkı, onun hayatı, şahsiyeti ve şiirleri çevresinde çeşit çeşit menkıbeler söylemiş; güzel şiirlerinin, ancak ilâhî bir kaynaktan alınan ilhamla söylendiği inancına varmıştır.
Bu sebeple onun, çok az bildiğimiz, gerçek hayatıyla ölçülemeyecek kadar geniş ve zengin bir destanî hayatı vardır. Yunus Emre'nin saf bir toprak adamı olduğu, hayatının ilk çağlarında rençberlikle yaşadığı söylenir. Allaha varma yollarını Hacı Bektaş Veli'den öğrenme fırsatını, saflığı yüzünden kaçırdığı, sonra Tapduk Emre'nin tekkesine koşarak, uzun yıllar bu tekkenin hizmetinde bulunduğu anlatılır; yıllarca bu tekkeye düz ve kuru odun taşıdığı, yıllarca seyahat ettiği ve bir gün kilidi açılıp dili çözülerek, duyulmamış derecede güzel şiirler, ilâhîler söylemeye başladığı hikâye edilir.
İşte, her menkıbenin bir parça da hakikat taşıdığı düşünülerek, gerek bu destanlardan, gerek Yunus'un kendi şiirlerinden ve ele geçen yazılı belgelerden çıkarılan bilgilere göre, Yunus'un büyük hayatı, şöylece özetlenir:
Yunus Emre, Anadolu'ya Horasan illeri'nden gelmiş bir aileye mensuptur. Şair XIII. yüzyılın ikinci yarısında ve XIV. yüzyıl başında Orta Anadolu’da yaşamış bir Türkmen dervişi idi
İlim âlemi yıllardan beri onun hayatını, nerede doğup, nerede öldüğünü araştırıyor. Halbuki bu büyük şairin Anadolu'da dokuz yerde mezarı vardır. Bir tek vücudun birden fazla yerde gömülü olması, daha bazı din uluları için de düşünülmüştür. Her şehir, her köy, Yunus'un kendi topraklarında gömülü olmasını istemiş, ona kendi bağrında bir makam hazırlamış, herhangi bir mezarın, onun mezarı olabileceği hayaline kapılmıştır.
Yine menkıbelerden ve şiirlerinden öğrendiğimize göre, Yunus, Mevlâna Celâleddin Rumî ile Hacı Bektaş Veli ile ve XIII. yüzyılın diğer büyük Anadolu sofilerinden Saltuk Baba, Barak Baba, Tapduk Baba gibi şahsiyetlerle görüşmüş, bunlardan Tapduk Baba'ya müritlik yapmıştır.
“Mescidde medresede çok ibâdet eyledüm”
gibi sözler söylediği halde, bu büyük şairin medrese öğrenimi görüp görmediği bilinemiyor.
ESERLERİ: Yunus’un, Risâlet-ün-Nushiyye adlı, öğretici bir mesnevisi vardır. Aruzla yazılan bu eser, bize şairin bir mürşit sıfatıyla da çalışmış olabileceğini düşündürüyor. Onun asıl ölmez eseri, büyük bir aşk ve düşünüş heyecanı ile söylediği şiirlerini bir araya toplayan Divan’ıdır.Yunus divanında aruz vezniyle ve gazel şeklinde söylenmiş şiirler de vardır, fakat şair ilahilerinin çoğunu ve en güzellerini hece ile ve dörtlüklerle söylemiştir.
EDEBİ ŞAHSİYETİ
Yunus Emre, Türk düşünüş edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Onun uzun, devamlı hayat tecrübeleri, varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında hummalı zihin yoruşları vardır.
İslam inanışının, üzerinde durmaktan çekindiği birçok problemler, Yunus'un serbest ve zeki düşüncelerine konu olmuştur. Şair, duyup düşündüklerini, sade bir Türkçeyle anlatmıştır
“Salınur Tûba dalları - Kur'an okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri - Kokar Allah deyü deyü”
gibi sade, basit, fakat söylenilmesi güç mısralardır. Yunus Emre, her nesnede, her yerde, Allah’ın varlığını bulan bir şairdir. O yüzden şiirlerinde genellikle mistik bir hava vardır.
DİLİ ve SANATI
Onun, hiç bir yapmacığa sapmadan, bir sanat kaygısına düşmeden söylediği sade, külfetsiz fakat güzel şiirlerine bütün tasavvuf edebiyatında benzer şiirler bulmak kolay değildir. Yunus’un şiirlerinde tasavvufun söylenmesi güç fikir ve heyecanları, berrak bir su içindeymiş gibi, hemen görülür. Yunus bu şiirleri, eskiden öğrendiği bazı unutulmaz şiirleri hatırlıyor, onları tekrarlıyormuşçasına kolay söylemiştir.
Yunus'un şiirlerinde İslami bir duyuş ve düşünüş sistemi olan tasavvuf felsefesi, Yakın Doğu medeniyeti'nin ilhamıdır. Fakat geri kalan her şey, dil, vezin, nazım şekli ve eşsiz bir Türkçe ile söyleyiş, hemen tamamıyla millidir.
PÎR SULTAN ABDAL
XVI. yüzyıl Tekke edebiyatının coşkun ve Ünlü bir şairi de Pir Sultan Abdal'dır. Heyecanlı bir şair olması; halk tarafından çok tutulması; onun adının ve şiirlerinin yaşamasını sağlayan sebeplerdendir. Pir Sultan'ın, halk deyimleriyle; Sivas dolaylarına ait coğrafya isimleriyle ve günün olaylarından yankılanmış heyecanlarla süslediği şiirler, çok kere güzel ve samimidir. Ancak bu şiirlerde Yunus Emre'de okumaya alıştığımız, derin ve feragat dolu, ilahi aşk felsefesine, aynı kuvvetle rastlamak kolay değildir. Pir Sultan'ın şiirlerinde, bu şairin dünya işlerine ve dünya ihtiraslarına karışmasından doğan bir maddilik sezilir.
DEDE KORKUT HİKÂYELERİ
Dede Korkut Hikâyeleri, fetih yıllarından beri Anadolu'nun doğusunda yaşayan Oğuz Türkleri'nin, Gürcü'ler, Abaza'lar, Trabzon Rumları ile yaptıkları savaşları anlatır; eski Türk mitolojisinden hatıralar yaşatır; bu ülkelere yerleşen Oğuz Türkleri'nin kendi iç maceralarını hikâye eder. Fakat bu hikâyelerin özü sayılan temel konular, Oğuz Türkleri'nin eski destanlarından alınmıştır: Bu gibi destan hatıraları, yeni coğrafyada, yeni tarih olaylarıyla birleşerek, yeni hikâyeler haline gelmiştir. Esasen Dede Korkut Hikâyeleri, bazen hikâye çehresi taşıdıkları, bazen masal çeşnisi gösterdikleri halde, daha çok destan adı verilecek özelliklerle söylenmiştir.
HİKÂYELERİN DİLİ
Dede Korkut Hikâyeleri, Türk halk dilinin kendi kelimeleri, kendi deyimleri, kendi hikâye üslubuyla ne güzel eserler verebileceğini meydana koyan değerli kaynaktır. Dede Korkut Hikâyeleri, yarı manzum, yarı nesir diliyle söylenmiş hikâyelerdir. Ancak bu hikâyelerdeki nesirde, nesirden çok nazma yakın bir ahenk vardır. Bu ahenk, nesir cümlelerinin yer yer vezinli parçalarla, iç kafiyeleriyle seslendirilmesinden doğmuştur. Manzum parçalarda, bazen, muntazam nazma, bazen serbest söyleyişe yaklaşan bir çeşitlilik vardır. Muntazam mısraları 4 + 4 + 4 ya da 4 + 3 ve 4 + 4 vezinleriyle, bazen de 4+ 4 + 3 ahengiyle söylenmiştir. Nesir cümlelerindeki vezinli parçalarda da yine bu vezinlerin ahengi vardır.
HİKÂYELERİN YAZARI
Bugün elimizde bulunan Kitâb-ı Dede Korkut adlı yazma eserde bir başlangıç yazısından sonra, 12 ayrı hikâye vardır. Fakat müstakil maceralar gibi görünen bu hikâyelerin birleşen tarafları çoktur. Bazı hikâyelerdeki olay ve kahramanların öteki hikâyelerle ilgili olması, Dede Korkut isimli, bilgili Oğuz atası'nın, her hikâyede ufak, büyük bir vazife görmesi, hikâyeleri birleştiren taraflardandır.
Hikâyelerin gerek manzum, gerek mensur parçalarında, böyle birbirine benzer sözler, hitaplar, şahıs ve tabiat tasvirleri çoktur. Hatta bazı araştırıcılar Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki bu söyleyiş benzerliğine dikkat ederek, hikâyelerin bugün adını bilmediğimiz -çok usta- bir yazar tarafından yazıldığını ileri sürmüşlerdir.
Şu halde Dede Korkut Hikâyeleri’ni -şimdilik- Oğuz Türkleri arasında o çağların gelenekleşmiş hikâye Üslubuyla söylenen destanî halk hikâyeleri diye tanımaktayız. Bu hikâyeler, XV. yüzyılın ilk yıllarında, okuma yazma bilen herhangi bir meraklı, belki de hikâye anlatmayı meslek edinmiş bir halk hikâyecisi tarafından bir deftere yazılarak ölümsüzleştirilmiştir. Bu hikâyeler tıpkı Türk destanları gibi, bir tek şahsın değil, bütün bir milletin hikâye yaratma hünerleriyle meydana gelmiş ortak halk edebiyatı verimleridir.
HİKÂYELERDE DESTAN ve MİTOLOJİ HATIRALARI
Dede Korkut Hikâyeleri'nde eski Türk destanlarından yankılar yaşadığını söylemiştik. Mesela bir kısım Dede Korkut kahramanları, eski destanlardaki gibi, bir canavar öldürdükleri ya da canavarlarla güreştikleri için şöhret kazanırlar; at, ağaç, ışık, su sevgisi gibi milli destan unsurları, Dede Korkut Hikâyeleri’nde de vardır. Altın, gümüş, bakır, çelik (pulat) gibi. Türkçe maden isimleri hikâyelerde aynı Önemle anılmaktadır.
HALK EDEBİYATININ GELİŞMESİ
Anadolu'da Türk Halk Edebiyatının, bu arada Halk şiirinin, milli vezinler, milli şekiller, milli duygu ve söyleyişlerle adeta klasik bir çehre alarak gelişmesi, XV.-XVII. yüzyıllarda olmuştur. XV. yüzyılda Bahşi XVI. yüzyılda Kul Mehmed, Öksüz Dede, Hayalî ve Köroğlu gibi tanınmış şairler yetiştiren halk şiirinin, daha çok sayıda kudretli şairler elinde bir altın devri yaşadığı yüzyıl ise XVII. yüzyıldır.
Bu yüzyıllarda ellerinde sazlarla; diyar diyar dolaşıp, gördükleri yurt güzelleri ve yurt güzellikleri için şiirler söyleyen saz şairleri, Türkiye'de gittikçe gelişen bir Halk edebiyatının şöhretli ozanlarıydı. Saz şairleri, ordularda, kışlalarda, hudut boylarında bazen bir Türk askeri olarak vazife alıyor; çeşitli savaş türküleri ve kahramanlık şiirleri söylüyorlardı. Aynı şairlerin türkülerinde, koşma'larında, destanlarında, yaşadıkları çağın sosyal hayatından yankılar bulunuyor, Türk milletinin, tarih ve topluluk olayları karşısındaki duygu ve düşünceleri işleniyordu.
Saz şairleri, halk toplantı yerlerinde çok sevilen, çok aranılan kimselerdi. Aynı toplantılarda Halk hikâyecileri de bulunuyordu. Hikâyeciler, halka eski destanları tekrarlıyor, dini hikâyeler anlatıyor; günün sosyal hayatından alınmış konuları hikâye ediyorlardı. Sosyal hayatın bozuk tarafları, komik sahneleri, halkın gözünden kaçınıyor, halk zekâsı, hikâyecilerin eliyle bunları kuvvetle karikatürize ediyordu.
Hikâyecilerin yaptığı iş, bir taraftan da halk tiyatrosunda, Ortaoyunu, gölge oyunu (Karagöz) olarak sahneye konuluyordu.
Bütün bu Halk edebiyatı hareketleri yüksek zümre tarafından layıkıyla mühimsenmediği için, onların bu söyleyişleri, okuryazarlar tarafından yazıya geçirilmiyordu. Bazı mutlu tesadüflerle yazıya geçebilenlerin dışında kalan birçok şiirler ve hikâyeler, ancak Türk halkının vefalı hafızasında yaşıyor, birçokları da tarihin karanlığına gömülüyordu. Sazlarla birlikte söylendikleri için halk dilinde güzel sesleriyle yaşayan bu şiirlerin birçoğu, yazılı edebiyata daha sonraki yüzyıllarda geçmiştir.
Halk edebiyatı, XVII. yüzyılda, halk şiiri, halk hikâyesi, halk tiyatrosu alanlarında eserler vermiş; Halk şiirinin en büyük saz şairleri, halk hikâyecileri, Karagöz, Orta-oyunu gibi halk tiyatroları, saraylara da girerek, yüksek zümre arasında ciddi bir rağbet görmeye başlamıştır.
İmparatorluğun her köşesine yayılan saz şairleri, yeniçeriler, sipahiler, leventler gibi askerî topluluklar içinde; kahvehaneler, bozahaneler, gezinti yerleri gibi, halk toplantı yerlerinde yetişiyor, şiirlerini de yine buralarda söylüyorlardı. Cura, çöğür, tanbura gibi çeşitli sazlar çalan bu şairlerin, askeri alaylara katıldıkları da oluyordu.
Bir kısım saz şairleri, yalnız hece vezniyle ve milli nazım şekilleriyle şiir söylemekle yetinmiyor, aruz veznini ve Divan şiirinin nazım şekillerini de kullanıyorlardı. Bu tarz Halk şiirlerinde Divan şiirinin kelime, deyim, teşbih Ve kavramlarına yer verildiği görülüyor; buna karşı, Divan şiiri lisanında da halk deyimlerinin yer bulduğu oluyor, yüksek zümre şairlerinin halk tarzı şiirden hoşlanmaya başladıkları seziliyordu.
XVII. yüzyılın tanınmış saz şairleri içinde, Kuloğlu, Kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Gazi, Âşık Hasan, Demircioğlu gibi önemli isimler vardır. Bunlar arasında sivrilerek, büyük şöhret yapmış en namlı şairler ise, Âşık Ömer, Gevheri ve Karacaoğlan'dır.
KARACAOĞLAN
Türk saz şairleri içinde tamamıyla halk zevkine bağlı kalarak, şiirlerinde bu zevkin bütün inceliklerini, saf ve yerli söyleyişlerini dile getiren şair, Karacaoğlan'dır. Karacaoğlan, elde edilen son bilgilere göre, XVI. asrın ikinci yarısında ve XVII. asır başlarında yaşamış bir saz şairidir. Şiirlerinde Divan kültürü bulunan, XVII. asır saz şairi Âşık Ömer'in Karacaoğlan'dan bahsederken, onu, «saçma sapan söz söyleyen kimse» anlamında kullandığı ozan kelimesiyle yâd ettiği bilinir. Âşık Ömer, ozan kelimesini, yüksek zümre dilindeki mana ile kullanmış ve kendinden önce yaşayarak, yalnız halk tarzında söyleyen Karacaoğlan'ı küçük görmüştür. Buna mukabil, Karacaoğlan, (belki de kendisine divan kültürü'nü tanıtacak bir çevrede yetişmediği için) daha çok, halk nazım geleneğinin ve tarihi halk söyleyişinin bir temsilcisi olmuştur.
Gezici saz şairi hayatına uyarak diyar diyar dolaşan şair, her ayrıldığı yerden yeni bir yurt güzelinin özlemini yüklenerek ayrılmış; her vardığı yerde, yeni bir yurt güzeline gönül vermekte gecikmemiştir. Al veya mavi kadife şalvarlar giyen, saçları dizlerine kadar uzanmış, ibrişim kuşaklar sarınan; ellerinde, başlarında gül ve papatya dizileri taşıyan bu yurt güzellerini Karacaoğlan öve öve bitiremez. Ağızlarının oğul balı gibi tatlı olduğunu, seslerinin kumru sesi gibi nazlı olduğunu, bu yerli ve milli güzelliğin farkında olarak söyler. Şair: Ela gözlerini sevdiğim dilber
Kokuya benzettim güller içinde
İnceciktir belin, hilaldir kaşın
Selviye benzettim dallar içinde
gibi söyleyişleriyle, ne kadar yerli ise,
İndim seyran ettim Frengistanı
İlleri var bizim ile benzemez
Levin tutmuş goncaları açılmış
Gülleri var bizim güle benzemez
gibi söyleyişleriyle de o kadar millidir. Aynı şiirde. Karacaoğlan'ın, bu yabancı illerde konuşulan dili yadırgayarak çok sevdiği Türkçe'ye benzemeyen bu dillerden hoşlanmadığını;
Güzelleri şarkı söyler çığrışır
fakat
Dilleri var bizim dile benzemez
diye, Türkçe konuşulmayan yerleri sevmediğini ve bu duygusunu:
Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz
İlleri var bizim ile benzemez
diye ifade eder.
|
|
 |
|
 |
|
|
|
|
|
|
|
|
|